Bir yanda Mısır, Sümer ve Hint metinlerinde "varoluşun kaynağı" olarak sunulan, ezeli ve ebedi ilksel deniz; diğer yanda 21. yüzyıl kozmolojisinin Büyük Patlama modelindeki kararsız ve kaotik kuantum denizi. İnsan düşüncesi binlerce yıldır asla azalmayan bir ilgiyle "her şeyin ne zaman ve nasıl başladığını" açıklamanın yollarını ararken, modern bilim de gitgide kadim düşüncenin temel kavramlarıyla daha çok yakınlaşıyor. Ataerkil yapı, sınıflı toplumlar ve organize dinlerin oluşmasından binlerce yıl önce, hiçbir yüksek teknoloji ya da "gizemli bilgiye" gerek duymaksızın, salt özgür insan düşüncesi ve sezgileriyle ulaşılan bir kozmolojiyi yeniden keşfediyoruz: İlk çekirdeğini üzerinde yaşadığımız, havasını soluduğumuz topraklarda oluşturan, dogmatizmi tanımamış bir evren anlayışı bu. Evren bir büyük Yaratıcı’nın iradesiyle yoktan mı var edildi, yoksa bizi kuşatan bu sistem kendini oluşturma ve dönüştürme potansiyelini içinde mi barındırıyor? Yaşam bir "ilahi tasarım" mı, yoksa o dinamik dönüşüm sürecinin evrensel bir ürünü mü? Mısır, Sümer, Minos ve Hint düşüncelerini buluşturan ortak zeminin ardında bir "batık kıta" trajedisi mi var, yoksa söz konusu "yitik halka" çok daha yakınlarda bir yerde mi aranmalı? Göbeklitepe’den Çatalhöyük’e uzanan serüvenin isimsiz kahramanları, kulağımıza hangi unutulmuş hikâyeyi fısıldıyor bugün? Saklı Tarih üçlemesinin bu son kitabında Burak Eldem, evrenin ve yaşamın başlangıcına ilişkin modern kuram ve bulguları kadim ezoterilerin simge ve kavramlarıyla karşılaştırırken, "ana kaynağın" da izlerini sürüyor.