Kjell, iyi biri değildi. Yüce gönüllü değildi. Gözü pek ya da merhametli değildi. Onu seviyordu sadece ve bu aşk onu daha iyi bir adam yapıyordu. Hepsi buydu.
Jerulu Kjell, bir savaşçıydı; Kral Muhafızları’nın komutanı, kılıcıyla ülkesinin kaderini çizen bir adamdı. Her zaman kim olduğunun farkındaydı ve hiçbir zaman tahtın sahibi kardeşinin yerini istememiş ve gücünü sorgulamamıştı. Fakat geçmişinden kaçmanın imkânsız olduğunu fark ettiğinde, tüm hayatı değişti. Kjell yalnızca bir savaşçı değil, aynı zamanda bir şifacıydı ve bu gerçek, onu inandığı her şeye meydan okumak zorunda bırakacaktı.
Kalbinde taşıdığı yeteneği, pişmanlıkları ve sorumluluklarıyla boğuşan Kjell; Volgar’ın son kalıntılarını yok etmek için çıktığı görevde ölümle burun buruna gelmiş ve yolu, geçmişine dair hiçbir şey hatırlamayan gizemli bir kadınla kesişmişti. Kadın, gözlerini açtığında karşısında Kjell’i buldu. Yabancıydı ama bir şekilde tanıdıktı da. Belki de kader, onları birbirine doğru usulca sürüklemişti.
Ancak Kjell, bu yolculukta en büyük sınavı kılıcıyla değil, kalbiyle vermek zorunda kalacaktı. Çünkü en büyük savaş kaderden kaçmak değil, ona teslim olmaktı.