Dünya kuruldu kurulalı, kurulan bu dünyanın başına, bilmem kaç yaşında edebiyat adlı o harika iş geldi geleli, milyonlarca aşk öyküsü anlatılmış, dinlenmiş, yazılmış ve okunmuştur.
Bu milyonlarca aşk öyküsünden çok azı doruklarda yer bulmuşlardır kendilerine. Onlar farklı kurgulanmış, özel bir dille anlatılmışlardır. Kahramanları simge olmuşlardır, aşkları imge... Bu simge ve imgeler kuşaktan kuşağa kutsal bir emanet gibi aktarılmışlardır.
Mahmut Baycan’ın elinizdeki, gerçek yaşamdan esinlenilerek yazdığı“Kumkapılı Kadın” adlı kısa romanı; kurgu, dil, akış ve biçem olarak, doruklarda yer bulmaya aday bir eser olarak gözükmektedir. Gözlemleri geniş açılı, ayrıntılı ve çarpıcıdır yazarın. Çağcıl bir aşk öyküsü olmasına karşın, yakın tarihimizin kimi toplumsal, ekonomik ve siyasal olayları, bu kısa romana ustalıklara yerleştirilmiştir. Abartmadan söylüyorum; bir psikolog, bir psikiyatr, bir terapi uzmanı birikimi ile yazar, okuru sıkmadan ruhsal çözümlemeler yapmakta, bu çözümlemelerde, öykünün başkahramanı Reşat’ın iç dünyasını gözler önüne sermektedir. Ve işte bu serişte, Ermeni kızı Ani ile Reşat’ın aşkının büyüklüğü insanı sarıp sarmalamaktadır.
Bu kitabı bitirdiğimde ben, Tapduk Emre’nin o sözünü anımsadım ve hak verdim ona: “Aşk ile yürüyen sırtında bir dünya taşır. Aşksız yürüyen beden diye bir ceset...”
Ani ile Reşat’ın ve de Mahmut Baycan’ın sırtındaki dünyayı görmek gerek, öyle olağanüstü ve esrik ki, öyle acıklı ve etkileyici ki, unutamayacaksınız, belleğiniz “silinmeyecekler” bölümüne kaydedecektir hemen.
(Cazim Gürbüz)