Lacan’ı Nasıl Okumalıyız, Žižek’in kendine özgü dinamiklere sahip ve telaşlı yaklaşımıyla bize farklı bir Lacan figürü sunuyor. Žižek’in canlandırmasındaki Lacan, elbette esas tutumları bakımından bizi şaşırtacak bir Lacan değil; yine rahatsız edici ve polemiğe dönük bir üslupla Freudyen devrimi savunur, “Freud’a dönüş” hareketini pek çok bedel ödeyerek ısrarlı biçimde devam ettiriyor. Ama Žižek’in okumasında Lacan’ın bizim için görünür hale getirilen yönlerinde şaşırtıcı bir entelektüelle karşılaşırız; çünkü bu defa kendi fantezi teorisi için Kubrick’in kurgusunda, “tuvalet” politikaları lehine Buñuel’in setinde ya da tanrıyla hesaplaşmasını haklı çıkarmak için Dostoyevski’nin ücra sayfalarında dolaşmaktan geri durmaz. Bu yönüyle, Žižek’in perspektifinden baktığımız Lacan’ı tanımak için fazla aceleci davranmamamız gerekir; Žižek’in farklı pencerelerden bakarak ete kemiğe büründürdüğü Lacan’ı ve metinlerini takip ettiğimiz bu kitabın, bize her iki düşünür hakkında da çok şey katacağı kesin.
“Nasıl Okumalıyız? serisi hazırlanırken son derece basit, ama yenilikçi bir fikirden yola çıkıldı. Büyük düşünürler ve yazarlar için daha önce hazırlanmış giriş metinleri çoğunlukla kısa yaşam öyküleri, eserlerin özeti ya da bunların bir arada sunulduğu kitapçıklar şeklindeydi. Fakat Nasıl Okumalıyız?, uzman gözüyle hazırlanmış bir kılavuzla birlikte okuru doğrudan eserlerle buluşturan bir seri. Bir yazarın söylediklerini bütünlüklü olarak anlayabilmek için kullandığı kelimelere daha yakından bakmak ve bu kelimelerin nasıl okunacağını bilmek gerektiği gerçeği, bu serinin ilk hareket noktasını meydana getirdi.”