Lukianos MS 2. Yüzyılda, Roma İmparatoru Marcus Aurelius zamanında yaşamıştır. Kommagene’de doğmuş, Samsat’ta yaşamını sürdürmüştür. İyi eğitim görmüştür. “Komik Diyalog” türünün mucidi olarak kabul edilen, iyi bir hiciv yazarıdır. Günümüze kadar ulaşan seksen kadar eserinin neredeyse hepsi kurgusal niteliktedir.
Aya yapılan bir yolculuğu anlattığı “Gerçek Bir Hikâye” adlı öyküsü, edebiyat dünyasının ilk bilimkurgu yapıtı kabul edilir. Yaşadığı kültüre hem içeriden hem de dışarıdan gerçekçi ve objektif gözle bakabilen bir yazardır.
Samsatlı Lukianos’u kısaca tanıdığımıza göre, artık şu soruyu sorabiliriz: Sülbiye Yıldırım bir öykü kitabına onun adını neden vermek istemiştir, üstelik “horoz” imgesiyle birlikte?
Türkçede “horoz”un çağrışım alanı daha çok erk/güçtür. Bununla birlikte dilimize yerleşen “horozlanmak” sözcüğüyle, herkesi sabahın köründe uyandırıp hizaya sokmaya çalışmaktan tutun da saldırganlığa, kabadayılığa varan çok geniş anlam yüklenmektedir. Şöyle durup düşünseniz, “Horozluğa” dair, farklı anlamlar yüklenen o kadar çok deyim ve atasözü bulabilirsiniz ki şaşırıp kalmamak mümkün değildir. Açgözlü, alaycı, nüktebaz, hicivkâr…
Peki, tüm bu nitelikler Sülbiye Yıldırım’ın öykülerinde karşımıza çıkıyor mu, çıkmalı mı?
İlk öyküsünün adına bakalım: “Kırmızı Mersedesli Kâmil”, kısaca Mersedes Kâmil. Ayrıntılarına girmeyelim çünkü Mersedes sıfatı bile başlı başına hicivdir, ironidir, “tatlı” deliliğe vurgudur.
Çokça ayrıntıya girip okura “Ben özetledim, siz okumasanız da olur!” demenin anlamı yok. Öyle ya öykü, salt bir “içerik panayırı” değildir. Ayrıca yazarın biçimi/biçemi, dili, kurgusu yani “kendisinin aynası”dır da. Bu aynada yazar, kim bilir kaç kılığa girecek…
Okur da kelimelerin seyircisi olmayı bilendir.