Marie Curie’nin yaşamı bir efsaneye dönüşmüştür. Paris’e okumak için gelen Polonyalı yoksul genç kızın şaşırtıcı öyküsünü bilmeyen yoktur: Bu genç kız, fizik lisansını başarıyla elde eder, Pierre Curie’yle tanışıp evlenir ve onunla birlikte radyoaktiviteyi keşfeder; karı koca Nobel Fizik Ödülü’nü kazanır. Erkeklerin egemen olduğu bir toplumu zekâsı, inatçılığı, bağımsızlığıyla rahatsız eden bir kadının portresi. İki kere Nobel Ödülü’ne layık görülen Marie Curie, tümüyle insanlığın hizmetine girmiş katıksız bir zihin olarak bilimin Meryem Ana’sına dönüştürülmüştü. Efsane, bu genç, güzel, âşık, kanlı canlı kadını gölgede bırakmış, Marie Curie’nin hem bir bilgin hem de bir kadın olduğunu unutturmuştu.