Kavruk çocuklardık hepimiz. Türkçeyi şiveli konuşurduk.
Oyuncağımızı topraktan, ağaçtan, taştan yapar; oyunumuzu toprakta, taşta, buzda oynardık.
“Kuyunun dibindeki kurbağa için gökyüzü, kuyunun ağzı kadardır” demiş ya ozan, bizim hayallerimiz de yaşadığımız yer kadardı. Dünyayı
kendi köyümüz, kendi şehrimiz kadar bilirdik.
Biraz büyüdük, üzerimizden geçen gürültülü uçakları fark ettik.
Biraz daha büyüdük, devasa tanklarla tanıştık.
TRT radyosundan arkası yarınları, kısa dalgadan uzaktaki türküleri dinledik.
Okumayı öğrendik, okulla tanıştık; başka köyler, başka şehirler olduğunu, o şehirlerde bize benzeyen başka çocukların yaşadığını anladık. Elimizdeki birkaç yumurtayı, bir file patatesi, nefes nefese kalarak koşup yakaladığımız seyyar kitapçıyla takas ettik.
Günün birinde takasla aldığımız plastik bir oyuncak arabanın biz uyurken gerçeğe dönüşebileceğini düşünebilecek kadar sınır tanımaz hale geldi hayallerimiz.
Her yeni kitap, görmediğimiz, duymadığımız yeni yerlerin, yeni insanların varlığını gösterdi.
Öğrendiğimiz her yeni yer, her yeni bilgi hayallerimizi biraz daha büyüttü. Büyük kentlere gitmek; doktor, mühendis, bilim insanı olmak istedik.
Doğu Ekspresi o hayaller için çıkılan uzun yolculuğun adıydı bizim için.
Çünkü biz Doğu Ekspresi çocuklarıyız.