FELEK YÂR OLURSA HER HESABI GÖRÜRÜZ
Namık Kemal, ben, zaptiye müdürü ve bir iki polis memuru büyükçe bir sandala bindik.
Sandal Midilli’ye gidecek olan vapura yanaşıp da vapurun salonundan içeri girince fikrim altüst oldu. Vapurda, Kemal Bey’in akraba ve dostlarından hiç kimse yoktu. Kamarada bir İzmir yolcusu vardı. İşte o kadar.
İçim yanıyordu. Kemal Bey de müteessir, hüzünlü görünüyordu. Vapur harekete hazırlandığı sırada, dayanamadım, gözlerim dolu dolu:
“Hazret, dedim, dünyanın, insanların senden öğrendiğim garaib-i ahvalini gene sana söyleyecek kadar mecnun değilim. Fakat şu halin garipliği beni edepsiz etse yeri değil mi? Hani, nerde şakird-i irfanınız olan filânlar, hani şerik-i mesainiz ve meftun-ı kemalâtınız olan falanlar? Hani, nerde, bundan altı ay evvel, Ziya Paşa’nın evine gitmek üzere Filip’in gazinosunda birleştiğimiz akşam şu mübarek ellerinizi başlarına götürmekten yorulanlar, fedakâr-ı içtihadınız olanlar?
Kemal Bey düşünceliydi. Şöyle bir İstanbul’a baktı:
“Nazım dedi, dünyaya, insanlara ait feci tecrübelerimin en dilsiz fakat en son numunesi bu olsun. Felek yâr olursa her hesabı görürüz...”