"Freud insan doğasına kötümser bakıyordu ve öncülleri temelinde bunu yapmaya mahkumdu. Onun gördüğü kadarıyla insan, başını çevirdiği her yerde tatminsizliğe mahkumdur. İlkel içgüdüsel dürtülerini kendisini ve medeniyeti harap etmeksizin tatmin edici bir biçimde yaşayamaz. Yalnızken veya diğerleriyle mutlu olamaz. Ya kendisi acı çekecek, ya da başkalarına acı çektirecektir. Meseleye böyle baktığı halde hızlı bir çözümle uzlaşıya varmaması ise onun yararına olmuştur. Aslına bakılırsa onun düşünce çerçevesinde bu iki alternatif şerden kaçış yoktur. En fazla güçlerin daha az nahoş bir biçimde dağıtılması, daha iyi kontrol ve “yüceltme” vuku bulabilir.
Freud kötümser olmasına rağmen nevrozda bir insan trajedisi görmüyordu. Biz ise insan deneyiminde ancak ortada yapıcı, yaratıcı çabalar varsa ve bu çabalar engelleyici veya yıkıcı güçlerle engelleniyorsa trajik bir zayiat görüyoruz. Freud insandaki yapıcı güçlere dair net bir görüş sahibi olmamakla kalmamış; bunların özgün niteliğini de inkar etmek durumunda kalmıştır. Zira onun düşünce sisteminde sadece yıkıcı ve libidinal güçler, bunların türevleri ve birleşimleri bulunuyordu. Yaratıcılık ve aşk (eros) ona göre libidinal güdülerin yüceltilmiş biçimleriydi. En genel terimlerle açıklamak gerekirse kendini gerçekleştirmeye yönelik sağlıklı çaba olarak gördüğümüz şey, Freud için narsist libidonun dışavurumlarından başka bir şey değildi -ve ancak böyle olabilirdi."