Bu kitap, “Sosyoloji bir bilim ise, neden bilimin çoğu ilkesi sosyolojiye uygun değil?” sorusuna cevap arayışın bir ürünü olarak varlık buldu. Soru, pozitivizmden başka bir bilim modelinin olmadığı, hatta düşünülemeyeceği bir dönemde sorulmuştu. Zaman içinde sorunun sosyolojik gerçeklikte değil de pozitivist bilim anlayışında olduğunu bulmak, her şeye değerdi. Ancak pozitivizmin sosyal bilimlere, özellikle teori ve yöntem konusunda, bilimsel düşünme disiplini kazandırdığı gerçeğini de görmezden gelemeyiz.
Kitaptaki makaleler Türkiye sosyolojisinde pozitivist dayatmanın sınırlarını zorlamak için uzun soluklu bir arayışın ürünleri olarak, zaman içinde ortaya çıktı. Sorun, bu dayatmanın siyasal ve ideolojik nitelikte olmasıdır. Sosyal bilimcilerin büyük bir ekseriyeti, Batı modelinde olduğu üzere, inceledikleri gerçekliğin doğasına yönelik ana soruyu sormaktan çekindi; hatta verilecek olan cevabın bilim yapmak için zorunlu olan bir başlangıcı hazırladığından habersiz kalmaya devam etti. Sıkı-surveyci anlayış, bağımsız-bağımlı değişkene sıkışıp kaldı; bu kıskaçtan kurtulmak isteyenler ise post-modernizmin tozu dumanı içinde kayboldular. Bizi varlığın doğasına dair bir temel öncüle götürecek olan ontolojiyi unutmak, aslında bilimsel bilginin ne olduğu ve bu bilgiye nasıl ulaşılacağını unutmaktır. Zira bilimsel bilginin ne olduğu ve bu bilgiye nasıl ulaşılacağını belirleyen hareket noktası, incelenmekte olanın ‘ne’ olduğunun cevabıdır. Şüphesiz birden fazla ontolojik öncül söz konusudur ve farklı öncüller olacaktır. Mesele, sosyal bilimcilerin cesaretle kendi varlık tasavvurlarını keşfetmeye çalışmalarıdır. Yeni bir sosyoloji için “ontolojiyi hatırlamak” zorundayız.