Antik uygarlığın sonu olarak kabul edilen 5. yüzyıl ile Rönesans'ın ortaya çıktığı 15. yy arasındaki bin yıllık döneme, tarih meraklısı bir İtalyan din adamı Medio Evo (Ortaçağ) adını vermiştir. Bu adlandırma çok büyük bir kabul görmüştür. Ortaçağ, Rönesans döneminde ve daha sonra, batı kültürünün ve uygarlığının başlıca arınma alanı olmuştur. İnsanların tarih karşısında tapınma merakları, kusurların, hataların bir ilk nedeninin bulunduğu yere olduğu kadar, her türlü istenmeyen unsurun sürgüne gönderilebileceği bir yere de duydukları gereksinim, Ortaçağ'a böyle bir özellik kazandırmıştır. Her türlü kötülüğü buraya gönderen insan kendi dönemini arındırdığına inanmıştır. Huizinga, bir toplumun kendi kavrama ve ifade etme biçiminin hiyerarşik terimler içinde olduğunu ortaya koyduktan sonra, sönmekte olan kültüre rengini ve tonunu veren şövalyeliğin, geçmişin şanını yaşatma kaygısı içinde nasıl bir anakronizmaya düştüğünü sergiliyor, bu toplumsal tabakanın kendini, aslında, kahramanlık ve aşk düşü içinde ortaya koyduğunu belirtiyor. Şövalyelik tarikatları, askerlik ve siyasette şövalyelik ülküsü, stilize edilmiş aşk, bu aşka ait kurallar ve kırsal hayata olan düşkünlük çok parlak biçimde inceleniyor. Zenginlere duyulan kinin din şeklinde ortaya çıktığını gösteren tarihçi, gerçekte, dinselliğin tümüyle bu dünyaya yönelik endişelerden kaynaklandığını sergiliyor. Bunun yanında, dinselliğin biricik ifade olanağını sağlamasının yol açtığı tarikat bolluğunun, rekabete ve aşırı dindarlaşmaya, dinle ilgisi olmayan şeylerin de dinselleştirilmesine neden olduğunu açıklıyor. Bu kitap okunduğunda, 14. ve 15. yüzyıllar Batı Avrupa zihniyetiyle günümüz Türkiyesi'nde kimi çevrelerde geçerli olan zihniyet kalıpları arasındaki çarpıcı benzerlikler şaşırtıcı olmamalıdır. Dünyayı açıklamanın yollarından yoksun kalındığında, düş kurmak, gerçekle hayali karıştırmak kaçınılmaz olur.