Kristin Ross müthiş bir şey yapıyor bu kitabıyla: Paris Komünü’nün ardından gelen yorumların yarattığı sahte ikilikleri anarşizme karşı komünizm, köylüye karşı işçi, Fransız cumhuriyetçiliğinin sahiplendiği komün ile reel sosyalist gelenekteki komün vs. bir kenara bırakıyor ve Komün’ü yetmiş iki günün sonunda katliamla sona ermiş bir “trajedi” olarak yorumlamayı reddediyor. Ross’a göre, Komün’ün değerlendirildiği iki bağlamın, Soğuk Savaş’ın sona ermiş ve Fransız cumhuriyetçiliğinin tükenmiş olması, Komün’ü bu iki kısıtlayıcı bağlamın dışında ele almanın önünü açıyor ve bu sayede solu canlandırarak günümüzün meseleleriyle yüzleşmesine imkan sağlıyor. Ross, geleneksel solun hep yaptığı gibi olup bitmiş ve “başarısız olmuş” bir tarihsel olay olarak görülen Komün’den “dersler çıkarmak” yerine, Komün öncesinde, sırasında ve sonrasında oluşan kültürün, Komün’ün katılımcılarının kendi fikriyat ve pratiklerinin izini sürerek, bunların benzer meselelerle enternasyonalizm, eğitim, sanatın statüsü, emeğin geleceği, ekoloji vb. boğuştuğumuz bugün için nasıl gümrah bir kaynak olabileceğini gösteriyor. Komün öncesinde toplantılar ve kulüplerde konuşulanların, sonrasında da hem katliamdan kurtulanların hem de fiziken orada olmasalar da zihinleri ve yürekleriyle Komün’e destek vermiş Kropotkin, Morris ve Marx gibi düşünürlerin fikriyatında yarattığı devrimci etkinin izini sürüyor.