Osmanlı İmparatorluğu’nun altın çağını incelemek ve o dönemin siyasi ve kültürel yapısını, âlimlerin, şairlerin ve memurların yetişme koşullarını, devlette yüksek bürokrasinin işleyişini, atamaların, terfilerin, kadrolaşmaların nasıl şekillendiğini bir portre üzerinden araştırmak gerekseydi, herhalde Gelibolulu Mustafa Âli’den daha iyi bir örnek seçilemezdi. Gerçekten de Mustafa Âli’nin geniş tecrübesi, yaşadıkları ve tanıklıkları, aynı zamanda 16. yüzyılın tartışmasız en iyi tarih eseri “Künhü’l-Ahbar”ı ve diğer eserleri dönemin ruhunu, Türk devlet yapısını, bürokratik geleneğini anlamak için eşsiz birer kaynaktır.
Şehzade Selim’in kâtibi olarak başlayan kariyeri, uzmanlaşma ve profesyonelleşme düzeyi yüksek maliye bürokrasisinin seçkin bir üyesi olarak imparatorluğun önemli şehirlerinde devam etti. Halep, Şam, Bosna, Üsküp, Tiflis, Erzurum, Kahire, Cidde vb. gibi merkezlerde devlet hizmetinde bulunurken neredeyse dolaşmadığı Osmanlı şehri kalmamıştır, ki bu bir memurun nasıl bir imparatorluk coğrafyası ve vizyonu içinde olduğunu da göstermektedir. Bu şehirlerin mali defterlerini tutarken, aynı zamanda toplumun, siyasetin ve tarihin de kaydını tuttu. Bakî, Hayâlî gibi okul arkadaşları ve döneminin diğer önemli şairleri, edipleriyle hep iç içeydi; Osmanlı siyasi ve ahlâk literatürünün başyapıtı Ahlâk-ı Alâi yazılırken Kınalızâde’nin yanıbaşında olan, gerektiğinde düzeltmelerini yapan ve ondan pek çok şey öğrenen gene Âli’den başkası değildi. Nef’î’yi yetiştiren ve ona mahlasını veren de kendisiydi.
Osmanlı bürokratlarının pek çoğu yaşamlarına önde gelen siyasi kişiliklerin hizmetinde başlamışlardı. Âli de öyleydi. Ona göre Türk devlet yapısında ve bürokrasisinde en temel sorun adalet temelinde liyâkatı ödüllendiren toplum anlayışının çarpıtılması ve akamete uğratılması olmuştur. Siyasi kişiliklerin büyük mücadeleleri, liyakat, atamalar, kadrolaşma, ittifaklar, hizipleşme ve partizanlık… Türk siyasi yaşamının o gün olduğu gibi bugün de gündemden hiç düşmeyen konuları.
Cornell H. Fleischer bu çalışması ile “Osmanlı iskeletini eksikliği oldukça hissedilen ete büründürme, yalnızca kemikleri değil, organları, damarları, duyguları, ritimleri de belirleme, bugün ancak cansız kalıntıları bulunan organik gerçekliği yeniden yapılandırma girişimine” soyunup, çok ciddi bir arşiv çalışmasıyla birlikte dönemin çok canlı, âdeta roman tadında okunacak bir tasvirini eşsiz bir bürokrat ve entelektüel üzerinden gerçekleştirmiş ve bu mânâda ortaya gerçek bir şaheser çıkmıştır.