Avrupa’da yaşanan toplumsal oluşumları tanımaya ve anlamlandırmaya dönük modernleşme tanımları; “ileri-geri”, “geleneksel-modern” gibi soyut tasvir ve çıkarımları beraberinde getirmiştir. Modernleşme, gelişmiş toplumların sahip olduğu yapı, kurum, değer ve sistemlere sahip olmak amacı ile sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel vb. alanlarda yapılan düzenlemeler olarak tanımlanmıştır. Lügat anlamında “modernleşme” terimi Latince modernus kelimesinden alınmıştır. Modernus modo’dan türetilmiş bir kelimedir. Modo ise Eski Latincede “hemen şimdi” anlamına gelmiştir. Modernleşme teorisyeni Daniel Lerner modernleşmeyi, Batılılaşma ile “özdeş” olarak görmüştür. Bir başka modernleşme kuramcısı S.N. Eisenstadt ise modernleşmeyi, tarihsel olarak Batı Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da geliştirilmiş olan toplumsal, ekonomik ve siyasal sistemlere doğru bir gelişme süreci olarak tanımlamıştır. Neticede modernleşme kuramları, Batı merkezli bir çıkış noktasını esas almıştır. Osmanlı modernleşmesi, Batı eksenli bir yaklaşım ve tarz benimsemesine; siyasi, idari, askerî, ekonomik bir değişim ve dönüşüm öngörmesine karşın, kendine has özellikleri ile ön plana çıkmıştır. Osmanlı Devleti, XVII. yüzyıldan itibaren Batılı devletlerin gerisinde kalmış ve bu geri kalmışlığı aşmak amacıyla zaman içerisinde modernleşme çabaları içerisine girmiştir. XIX. yüzyılda artan ıslahat ve reform hareketleri ile kendisini gösteren bu süreç, devletin yıkılışını engelleyememesine rağmen, dağılma sürecini yavaşlatmıştır. Ayrıca, yapılan çağdaşlaşma hamleleri XX. yüzyıl Türk modernleşmesinin oluşumuna katkı sağlamıştır. Osmanlı modernleşmesi, daha sonra kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosunu ve aydın sınıfını hazırlaması açısından önemli bir yere sahip olmuştur. Bu çalışma, özellikle XIX. yüzyılda başlayıp XX. yüzyılda verilen İstiklâl Mücadelesi ile evrilen Türk modernleşme sürecinin Osmanlı ayağını ortaya koymayı hedeflemiştir.