BİZ KİMİZ, NEDEN FARKLIYIZ?...
Toplumsal sistem gerçekliğini açıklarken sistemin bilişsel elementi olan insanın, bir toplum yaratığı olduğu kadar, toplum yaratıcısı olduğunu da söylemiştik. Şimdi buna bir şey daha ilave etmek istiyoruz; insan tarihsel bir üründür ama o aynı zamanda, bu tarihi yaratan baş oyuncudur da! o, bir şekilde sürecin içindeki etkileşimlerde yer alarak, her an yeniden yaratılırken olayların ve süreçlerin yaratılmasında aktif bir unsur, bir oyuncu olarak yer alır. Yani o, hem sürecin yaratıcısı, hem de onun (tarihin) bir yaratığıdır. Daha başka bir deyişle hem senaryonun yazılmasında yer alan yazardır, hem de oyunun içinde yer alan aktör!...
Evet, Batı’da kapitalizm gelişti de Osmanlı’da neden gelişemedi? Bu çalışmada konumuz bilişsel tarih bilimi açısından aradaki esasa ilişkin farkı ele almak olacak…
Osmanlı Devleti ve onun yarattığı toplum fetih -„tarihsel devrim“- diyalektiğine bağlı olarak yukardan aşağıya doğru gerçekleşen kendine özgü bir oluşumdur! Bu sistem, üreterek ayakta kalan -bu arada kendi nefsini de üreten- bir yapı değildir. Fetihçilik bitince de zaten kendi kendisini yiyip tüketerek ayakta kalabilir hale gelmiştir…
İşte bu sistem Cumhuriyet’le birliktedir ki, onu kuranların iradelerinden de bağımsız olarak artık yeni bir zemine kavuşuyor, bundan sonra ancak üreterek varolabilme yoluna giriyordu… Aslında bu süreç daha önce İttihatçılar döneminde başlamıştı. „Burjuva yetiştirme, Devlete bağlı bir kapitalizm ve ulus yaratma“ deniyordu bunun adına. Yeni kurulan Devlet-Cumhuriyet de bu yolda devam etti!.. Ancak bu yolda ilerlerken, sistem -varlığını devam ettirebilmek için- kendi diyalektik inkarını da yaratmak zorunda kalıyordu! İşte, bir Osmanlı cumhuriyeti olarak kurulan Cumhuriyetimizin diyalektiği bu olmuştur…