"Büyüyüp dünyaya başkent olsan bile hiçbir zaman yurttaşların olmayacak senin," diyor Jules Ferry geçmişe özlemle. Modern hayatın karşısında başı dönen Baudelaire şehri, "hastane, hapishane, kerhane, araf, cehennem" diye tanımlıyor ve ekliyor; "Seviyorum seni, rezil başkent." David Harvey Paris, Modernitenin Başkenti’nde, Balzac, Baudelaire, Flaubert, Zola gibi edebiyatçıların tasvirleri ve gelecek vizyonları, Daumier’in karikatürleri ve Marville’in fotoğrafları eşliğinde Haussmann’ın kenti "zorla modernliğe sürüklediği" ve baştan yarattığı İkinci İmparatorluk Parisi’nden günümüze bakıyor. Göç, banliyöleşme, temaşa, alışveriş, mutenalaştırma... Barikatlarla olduğu kadar spekülasyon ve kiralarla da ikiye bölünen bir kent. Haussmann’ın yeni Paris’i İkinci İmparatorluğun gösteri salonu mudur yoksa piyasanın fuhuş merkezi mi? Harvey’in her yönüyle gözler önüne serdiği Paris’in öyküsü, aynı zamanda içinde yaşadığımız kentlerin öyküsüne, örneğin İstanbul’un ‘80 sonrası dönüşümüne dair çarpıcı ve net bir fotoğraf koyuyor. Kenti; modern toplumun, hayatın ve bireyin politik bedenini masaya yatırıyor.