“Bazen kaybolduğunu düşündüğümüz şeyler aslında sadece bir yere gizlenir ve orada sessizce
yeniden keşfedilmeyi bekler.” Konstantinopolis, 1453. Şehir Osmanlı ordusunun kuşatması altındadır ve biri Konstantinopolis
surlarının içinde, diğeri dışında farklı hayatlar yaşayan Anna ile Ömer’in yolları hiç
beklemedikleri bir şekilde kesişir. Bir manastırda yaşayan ve gündüzleri rahipler için elbiseler
işleyen Anna, gizlice okumayı öğrendikten sonra terk edilmiş bir manastırda eski kitaplardan
oluşan bir koleksiyon bulur ve bunların arasında, manastırdan kaçarken yanına aldığı “Pembe
Bulutlar Diyarı” isimli bir kitap da vardır.
Yüzyıllar sonra, 2020 yılında Idaho'da bir kütüphane. Seksenli yaşlarında olan Zeno, beş ilkokul
öğrencisiyle “Pembe Bulutlar Diyarı”nı sahnelemek ister. Karlı bir günde, baykuşlarla konuşan
on yedi yaşındaki Seymour’un planlarından bihaber, gösteri öncesi prova yaparlar. Oysa
bilmedikleri bir şey vardır: Belki de o gün yaşamlarının son günü olacaktır.
Çok uzak bir gelecekte bir uzay gemisi. Dünya'yı hiç görmemiş olan on dört yaşındaki Konstance
ve diğer seksen beş kişi, bir uzay gemisinde seyahat ederek yaşayabilecekleri bir gezegen
aramaktadırlar. Soğuk ve sessiz bir boşlukta hızla ilerlerken Konstance’ın çözmesi gereken bir
gizem vardır: üzerinde kelimelerin bulunduğu yüzden fazla kâğıt parçası.
Anthony Doerr, zamanın sınırlarını aşarak bir kitabın gizemini çözmeye çalışan ötekilerin
dünyası üzerinden okuru sonsuzluğa uzanan ütopik bir yolculuğa çıkarıyor.