Pink Floyd hem 68, hem 78, hatta 88 kuşağının büyük hayranlıkla dinlediği, efsane rock gruplarının kuşkusuz en önde gelenidir.
Peki Pink Floyd benim için nedir? Öncelikle hayatımdır, çünkü onları henüz 10 yaşındayken dinlemeye başladım. Daha ilk andan itibaren Pink Floyd müziğinin derinlerimde bir yere seslendiğini biliyorum. Gilmour’ın gitar tınıları, Waters’ın müthiş sözleri, Wright’ın klavye soloları ve Mason’ın muhteşem davulculuğu, üstüne üstlük mütevazılıkları. Nereden baksanız üç kuşak insanı etkilemiş inanılmaz bir grup. 50. yıllarına girdikleri şu günlerde yeniden birleşip yeni albüm yapacağız dediler, hem de sadece iki kişi kalmışken. Sanki kaderin bir cilvesi, yaşamın esprisi gibi, kitabımın son düzeltmelerini yaparken böyle inanılmaz bir haber geldi.
Pink Floyd yıllarca dünya sistemini insan bazında anlatarak kitleleri peşinden sürükledi. Ama bir de anlatmak istediği bambaşka bir anlam daha vardı müziklerinde: İnsanın içsel yolculuğu. Kimi erken yaşar kişisel aydınlanmasını ama çoğu, nedense! 40’lı yaşlarının başında uyanır. Ben ikinci gruba dahilim. Uyanışımı yaşadığımdan itibaren de yine Pink Floyd’a döndü gözlerim, bu kez onun demek istediği asıl mesajı özümsemeye başladım. Ve fark ettim ki, gerçekten de insanın varoluşundan ışığa ulaşıncaya kadar bütün yolculuğunu ve hatta ışığa nasıl varılacağını da anlatmaya koyulmuş benim çocukluk aşkım.
Bizler bu yaşam aleminde okyanusta birer damla, ya da kainat duvarındaki tuğlalardan biriyiz. Ancak bir damla nasıl okyanusun tamamını göremezse, biz de içinde yaşadığımız maddi, manevi sistemi anlayamayabiliriz. Bu kitabı size okyanusta bir damla olmak yerine, okyanusa ulaşma yolculuğunuzda belki bir küçük farkındalık katar ve kanatlarınızın altına rüzgarı alırsınız diye yazmaya uğraştım...