Ölülerle iletişime geçmek mümkün mü? Bu dünyadan ayrılanlar bizimle konuşmak istiyor mu? Her iki soruya da “evet” yanıtını verenler, 1850’lerden 1930’lara kadar Batı dünyasını adeta kasıp kavuran ve bir tür yeni din olarak değerlendirilen spiritüalizmin kurucuları kabul edilir.
Bir seans masasının etrafında el ele tutuşarak ruhlarla konuşanlar arasında ünlü sanatçılar, şairler, başbakanlar, bilim insanları yer alırken, hareketin en ünlü sözcüsü ise Sir Arthur Conan Doyle’dır.
Kendisi kadar ünlü sihirbaz Houdini ile spiritüalizm gerçeği üzerine yaptığı halka açık tartışmalar yıllarca manşetlerden inmemiştir. Sherlock Holmes’un yaratıcısı olarak bilinen Doyle, pek çok kişinin vurguladığı gibi “esrarengiz bir dönüşüm” yaşamış ve süper-rasyonel Holmes’e sırtını dönerek ömrünü doğaüstü güçlere adamıştır. Olaylar karşısında mesafeli durmayı, objektif düşünebilmeyi herkese öğreten, analiz yeteneğini sonuna kadar kullanabilen bu kadar parlak bir beyin, gerçeğin arkasında başka bir gerçek olduğuna nasıl ikna olmuştur?
Pek çok modern kaynak Doyle’ı yaşlı, saf bir bunak gibi gösterse de bu kitapta gazeteciler Stefan Bechtel ve Laurence Roy Stains, söz konusu döneme ve Doyle’ın “hayatımın esas meşgalesi” dediği spiritüalizm fenomenine yakından bakıyor; trans seanslarının kayıtlarını, özel yazışmaları, anı kitaplarını ve gazete haberlerini inceleyerek Doyle ve arkadaşlarının ölümden sonraki hayata olan inançlarını samimi bir dille anlatıyor.