Rusya’nın 600 yıllık devlet geleneğindeki imparatorluk algısı, bir yandan Rusya’nın hegemon güç olmasını sağlayan kültürel kodları oluştururken, diğer yandan tarihin kritik dönemlerinde bir matruşka gibi açılarak, Rus devletinin küçülmesine yol açmıştır. Ancak Rusya, küçüldüğü her dönem bu İmparatorluk algısına tutunarak, tekrar ayağa kalkmayı başarabilmiştir. Bunun sırrı 18. ve 19. yüzyıllarda Rusya’da yaşanan kültür, sanat ve siyaset alanındaki gelişmelerde yatmaktadır. Rusya’nın kendisini, Rus/Slav kültürünün, dilinin, Ortodoks Hıristiyanlığının ve Bizans’ın mirasçısı olarak görmesi, yayılmacı politikalarının temel meşruiyet noktası olmuştur.
Rus İmparatorluğunun yayıldığı iki büyük coğrafya bu kültürel kodların oluşmasına ve gelişmesine doğrudan etki etmiştir. Rus tarih yazımının iki kutsal coğrafyası olan Büyük Novgorod Cumhuriyeti ile Moskova Knezliği, Rus İmparatorluk algısının Batı ve Doğu yüzünü oluşturmaktadır. Bu coğrafyalar arasındaki kültürel, ekonomik ve yönetimsel farklılıkları görmezden gelerek ya da Rusya’nın tarihinde mite dönüşmüş Batı-Doğu ikilemini çözmeden Rusya’nın bugününü anlamak mümkün değildir.
Bu kitap, bir yandan Rusya’nın resmi ve gayriresmi tarihsel anlatısında kültürel kodlardaki farklılıkların neler olduğu ve nasıl şekillendiklerine odaklanırken, bir yandan da Rus tarih yazımında çoğu zaman gizlenmek istenen bir anlatıyı eleştirel bir bakışla sunmaktadır.