Konuştuğumuz dil benden evvel onun dili. ‘Ev’, ‘İsa’, ‘bira’, ‘usta’ sözcükleri onun ağzında ve benim ağzımda nasıl da başka! Ben bu sözcükleri bir ruh huzursuzluğuna kapılmadan ne konuşabilirim ne de yazabilirim. Onun böylesine tanıdık ve böylesine yabancı dili benim için daima sonradan edinilmiş bir söyleyiş olarak kalacak. Sesim koyda tutuyor onları. Ruhum, onun dilinin gölgesinde kendisini yiyip bitiriyor.
Ruhu, Joyce’un hem en kıymetli varlığı hem de edebiyatının sonsuz konusudur. Öyle ki 1900 senesinde kaleme aldığı A Brillant Career (Parlak Bir Meslek) adlı ilk tiyatro oyununu “hayatımın ilk gerçek eserini kendi ruhuma adıyorum” diye yazar. Elinizdeki roman içinse Yeats’e, “Ruhun hareketlerini yansıtacak kadar akıcı bir üslup yakalayabilirim” der: gene ruhudur üslubunu şekillendiren. Ruhunu, kendi köküne ait olmayan İngilizcenin gölgesinden gene İngilizce aracılığıyla kurtaracaktır Joyce. Joyce’ça bir İngilizceyi keşfedişidir işte elinizdeki bu roman. Hâl böyleyken, Joyce’ça bir Türkçeyle çevrilmeye gayret edilmiştir.