Küçük bir çocukken büyüklerimden duyduğum zaman hep zihnimi kurcalardı, anlamını bilmesem de, onlara göre bizler muhacirdik ve ‘memleket’ denen bir yerden göç eden insanların çocukları, torunlarıydık. Her ne kadar dindaş ve soydaş olsak da Türkiye’nin yerli halkından farklıydık. Göçü bizzat yaşayan büyüklerimiz geride bıraktıkları büyük ve soğuk ülkeden ve orada kalan sevdiklerinden gözlerinden yaşlar dökerek bahsederlerdi. Onları dikkatle dinler, nereden ve niçin geldiklerini öğrenmeye çabalardım. Zihnimde oluşan yap-boz parçaları gibi tüm bunlar zamanla artmaya ve bir resim halini almaya başlayacaktı.