Joseph Roth, 1985 yılında sinemaya da uyarlanmış olan Sonsuz Kaçış adlı yapıtında, I. Dünya Savaşı yıllarında, Avusturyalı üsteğmen Franz Tunda’nın maceralarla geçen yaşamını anlatır. Soluksuz bir şekilde akan olaylar, bu olayların geçtiği değişik ülke ve kültürler; bütün olup bitenlerin arasında ise hayatta kalmak için gösterilen muazzam bir enerji:
Cephedeyken bazı belgeleriyle nişanlısının bir fotoğrafını ceket astarının içine dikmişti. Rusya’da kaldığı yıllarda ve sonra Avusturya’ya dönerken yol boyunca, kamptan kaçtığı günlerde temin ettikleri sahte belgeleri kullanmıştı. Gerçek kimliğini sınırın öteki yanına geçince, kendini güven içinde hissedeceği topraklarda astarın içinden çıkaracaktı.
Ruslara esir düşen Tunda kapatıldığı kamptan kısa süre sonra kaçar. Ancak ülkesine dönemez, aylarca Sibirya’nın uçsuz bucaksız taygalarında, bir ayı avcısının yanında yaşar, Bolşeviklerle muhalifleri arasındaki savaşa katılır. Komünistlerin yanında savaşır, tüm yaşamını Rus Devrimi’ne vermiş olan Gürcistanlı bir kadın subaya aşkla tutulur. Onunla Bakû’den Moskova’ya uzanan bir yolculuğa çıkarlar. Günün birinde Viyana’ya dönmeyi başarsa da kısa süre sonra kendini Paris’te bulur. Franz Tunda gittiği yerlerde kimseyle yakınlaşamaz, savaş sonrası Avrupası’nda oluşmaya başlayan yeni toplumun dışında kalır.