Büyü, tanımı gereği, bir inanç konusudur. Kendi ögelerinden daha gerçek olduğu gibi, genellikle büyüye olan inanç da onun ögelerine olan inançtan daha köklüdür. Genellikle bu inanç, tüm toplumda mekanik biçimde yayılmış durumdadır; doğumdan başlayarak paylaşılmaktadır. Burada büyüye olan inanç, bilimsel inançlardan farklı değildir. Bu alanda araştırma yapan çoğu kuramcı yazarlar, özel konulardaki görüş ayrımları bir yana, büyünün bir tür “bilim öncesi bilim” olduğunda görüş birliği içindedirler. Büyünün önce arı bir durumda var olduğu, insanın başlangıçta yalnız büyüsel terimlerle düşünebilmekte olduğu varsayılmaktadır. İlkellerin tapınmalarında ve halk kültüründe büyüsel törenlerin başat yer tutması, bu varsayımı doğrulayıcı önemli bir kanıt sayılmaktadır. Ayrıca totem törenlerinin tümden büyüsel nitelik taşıdığı söylenen kimi Orta Avusturalya oymaklarından büyünün hâlâ bu durumunu sürdürmekte olduğu belirtiliyor. Büyü, böylece ilkel insanın hem tüm gizemsel yaşamını, hem de tüm bilimsel yaşamını oluşturmaktadır. Örneğin; kimi halkbilimciler, Malezyalıların eski tarımsal törenlerini büyü olarak görmektedir. Dinin, düşünsel ögeleri aracılığıyla, doğa öteselliğe yönelmesine karşın, somut gerçekliğe daha düşkün olarak betimlenen büyü, doğayı tanımaya önem verir. Bilimlerin bir bölümünün, özellikle ilkel toplumlarda büyücüler tarafından geliştirildiği kesindir. Eski Yunan’da simyacı büyücüler, yıldız falcısı büyücüler, Hindistan ve başka yerlerde de olduğu gibi, gök bilimin, fiziğin, kimyanın, doğa tarihinin kurucuları ve çalışanları olmuşlardır.