“Sözcüklerimiz ağaç gövdelerini sürüklüyor, kayalara çarpıyor, köpürüyor ve gerektiğinde kendini yükseklerden boşluğa bırakıyordu. Sözcüklerimiz kıyılarda uyuyormuş gibi görünen timsahları usulca ve sessizce yiyip yutuyor, salkım söğütlerin uçlarını içine çekiyor, nehrin kıvrımlarında beklenmedik girdaplara sebep oluyordu. İguanalar ağaç tepelerinde sesimizle kanlarını ısıtırken köprülerin geçişini seyrediyorduk. Rüyamda, birbirimizden saklamak istediğimiz herhangi bir şey yoktu ve nehir bizi nasıl konuşturuyorsa, sessizlikle boşluğun belli belirsiz birleşimi de bizi öyle konuşturuyordu.”
Alberto Ruy-Sánchez kitaba inanıyor, Aziz’in el yazmasına. Hem uyanıkken hem de rüyasında arıyor onu. Bulmaya çalışırken kendi rüya kentini yeniden keşfediyor, onu yeniden adımlıyor tutkunun farklı hallerini arayan Uyurgezerlerin yoldaşlığında.
Yolculuğu, inanmak mümkün ve katlanılır kılar. Gerçeği Mogador’la, Aziz’le, Leyla’yla arayan Ruy-Sánchez, her defasında kendisiyle karşılaşır. Bu inancın yanında sürekli olarak gezdirdiği arzu, şehvet ve dünya bağına Suyun Dudaklarında ile okuru ortak etmiş.
Havanın Adları ve Dokuz Kere Şaşkınlık kitaplarındaki yolculuğun hem devamı, hem başka bir yansıması. Meksika edebiyatında önemli bir yere sahip olan Ruy-Sánchez, önceki kitaplarında Orta Amerika ile Orta Doğu arasında kurmuş olduğu köprüyü büyük bir ustalıkla inşa etmeye devam ediyor.