1929 yılındaki Büyük Ekonomik Bunalımı, devletin ekonomiye müdahalesini öngören politikaları söylem olmaktan çıkarıp, uygulama içerisinde hayat bulmuştur. 1970’li yılların ortalarında ise, petrol krizi nedeniyle meydana gelen ekonomik bunalım, liberalizmin “yeni liberalizm” adı altında diriltilmesi yönündeki çabaları hızlandırmıştır. Kamuya ait varlıkların özelleştirilmesi, esnek çalışma biçimleri ve taşerona bağlı çalıştırma bir yandan yoksulluğun yaygınlaşmasına yol açmıştır.
Emperyalist devletlerarasında, kapitalizmin etki alanı dışında kalabilmeyi başaran Suriye, İran, Kuzey Kore ve Libya gibi ülkeleri ele geçirmeye yönelik rekabet giderek keskinleşmiştir.
Türkiye’de ise, 12 Eylül 1980’de yapılan askerî darbenin en önemli uygulamaları sendikal faaliyetlerin askıya alınmasıdır. İslami grupların artan militanlığını gören askeri müdahale, 1980’lerin siyasi denkleminde merkezi bir değişken olarak siyasal İslam’ın gelişmesine zemin hazırlamıştır.
Büyük sermaye grupları için özelleştirmeler; yeni, geniş ve yüksek kâr vaat eden pazar paylarının kamudan özel sektöre aktarılmasını ifade ederken, hükümetler için dış borçların ödenmesi ve “çılgın projelerin” inşa edilmesi için iyi bir kaynak anlamına gelmekteydi.
Özelleştirmelerle ilgili bir başka sonuç ise, neo-liberalizmin ekonomi ve siyaset ayrımını derinleştirmesi sonucunda, partilerin ekonomi konularında politika yapma imkânı kısıtlanırken, sosyal adalet fikrinden uzaklaşılarak, kültürel hakların ön plana çıkması, siyasi partileri kimlik politikalarına yöneltmiştir.