Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Türkiye Diyanet Vakfı tarafından cami inşa etmek üzere görevlendirildiğim Ata yurdumuzda (Türkistan Türk cumhuriyetlerinde) çeyrek asra yakın yıllarım geçti. Cenabı Hakk’ın lütfu keremiyle yolumuz önce Azerbaycan’a sonra ata yurdumuz Uluğ Türkistan’a düştü. Birçok eşimizin dostumuzun teşvikleri ile gördüklerimizi, duyduklarımızı yazmaya başladım. Bu coğrafyaya geldikten sonra en büyük heyecan kaynağımız her zaman Tanrı Dağları oldu. Çeyrek asra yakın bir süredir bu coğrafyada yaşamama rağmen, bazan eteklerinde, bazan yamaçlarında, bazan da zirvelerinde bulunduğum Tanrı Dağları bana hep heyecan verdi. Bu dağların ayrı bir özelliği, ayrı bir güzelliği var. Fakat Tanrı Dağları’nın şimdi başı hep dumanlı. Tanrı Dağları üstündeki karlarının dışında, iki asırdır hüzünlerle, elemlerle yüklü. Yaylalarında beslediği, vadilerinde sakladığı Türk milleti eski haşmetini, eski kudretini kaybettiği için Tanrı Dağları’nın da gözlerinin yaşlı olduğunu hissettim. Son iki asırda çok ezildik. Güçsüz düştük. Tanrı Dağları’nın gürbüz evladı her yerde ezildi. Her yerde zulüm gördü. Doğu Türkistan’da, Orta Asya bozkırlarında, Kırım’da, Kazan’da, Kuzey Afrika’da, Yemen çöllerinde milyonlarca insanımız kırıldı. Geçmiş yıllarda zaferlere zaferler eklerken, artık elemlere elemler yüklemeye başladık. Artık iki asırdır milletimizin gözü yaşlıydı. Tanrı Dağları’nın eteklerinde, yamaçlarında yaşayan Türklükle birlikte Tanrı Dağları da ağlıyordu. İki asırdır gördüğümüz zulümler, kıtaller bizi bitiremedi, yok edemedi, ama milyonlarca insanımıza insanca yaşama hakkını bile vermeyen emperyalist güçlerin husumetleri hiç bitmedi, bizi yeryüzünde yok etmeye bir kez ahdetmişlerdi. Cenab-ı Hak’tan niyazımız odur ki, iki yüz yıldır dökülen kanlarımız, akan gözyaşlarımız inşallah kefaretimiz olur ve makûs talihimiz sona erer. Çünkü cihanın Türklere ihtiyacı var.