Varlığa anlam vermek ve bir anlam küresi inşa etmek insan aklının en başta gelen özelliğidir. İlimler, varlığa ilişkin sorgulamaların sistematik hale gelmiş biçimleridir. Varlığı kendi içinde muhtelif açılardan sınıflandırmak, kaçınılmaz olarak ilimler tasnifi çalışmalarını beraberinde getirmiştir. Aristoteles'ten Fârâbî'ye, Taşköprîzâde'den İzmirli'ye uzanan çizgide sözü edilen konu üzerine epey mürekkep harcanmış, değişen hayat şartları ve buna uygun gelişen ilimler göz önünde bulundurularak tasnifler sürekli güncellenmiştir.
İlimler ve sanatlar, itibar gördükleri yerde çiçek açar. Büyük devletler, aynı zamanda çeşitli ekoller ve teorilerle ilimlerin ve sanatların kendinde meyveye durduğu yerlerdir. Büyük bir cihan devleti olan Devlet-i Aliyye özellikle Tanzimat sonrası dönemde oldukça hızlı değişim ve dönüşüm geçirmek durumunda kalmıştır. Batı'ya gönderilen sefirler, talebeler ve oradan getirilen eğitmenler yanında yeni açılan okullar, değişen müfredatlar söz konusu dönemde geçmişten tevarüs edilen ilimlerle 'müsbet' olarak nitelenen ilimlerin nasıl karşılandığı sorusunu gündeme getirmiştir
Bu çalışmada Tanzimat sonrası dönemde ilimlere ne oldu sorusuna cevap aranmaya çalışılmıştır. Her biri kendi alanında yetkin isimlerin kaleme aldığı yazılar, yakın tarihte ilimlerin tasnifi konusuna açıklık getirmektedir. Zihniyet değişimlerini, toplumsal dönüşümlerin düşünceye ve sosyal hayata yansımasını, eski ile yeninin ne şekilde uzlaştırılmaya çalışıldığını mezkûr tasniflerde görebilmek mümkündür.