Gösterişe ve dünya tutkusuna karşı zâhidâne bir başkaldırış olarak ortaya çıkan İslâm tasavvufu, ilâhî gerçekleri en yüksek seviyede kavramayı ve bu suretle marifetullaha ulaşmayı bütün gayelerin başına koydu. Bunun için de insanın her şeyden önce kendisini tanıması, nefsiyle hesaplaşması, beşerî yönünü hiçliğe indirerek ruhî cephesiyle mümkün olan en ileri seviyede ilâhî âlemle münasebet kurmasının gerektiğini savundu.