Nasıl oluyor da insanlığın en büyük başarısı aynı zamanda en büyük belası haline geliyor? Bu sözdeki kasıt elinizdeki kitabın da ana konusu. En büyük başarı, üretken emek süreci içinde en arzu edilmeyecek ve insanları ezen işlerin otomasyon teknolojileri ile gerçekleştirilmesi. En büyük bela ise özgürleştirici olması gereken bu teknolojik olanakların neden olduğu işsizlik.
Otomasyon teknolojileri ile donatılmış bilgi-üretim sistemlerinin insanların yapmaları gereken bezdirici ve sıradan işleri gerçekleştirmesi gerçek bir nimet. Toplumun azınlık sayılacak bir kesimi insanların maddi gıda, mal ve hizmet ihtiyaçlarını yaratıcı ve yenilikçi özelliklere sahip olarak karşılayacak yetenek ve güce sahip. Fakat bu imrenilecek yaratıcılık özelliklerine, eğitimsizlik ve başka nedenlerle sahip olamayanlar ne yapacak? Herkese yetecek zenginliği yaratmanın tüm maddi koşulları var ancak toplumsal koşulları yok. Kalan nüfusun ne yapacağı ve üretilen zenginliklerden neye göre pay alacağı konusunda bugünkü toplumsal sözleşmelerimiz bir şey demiyor.
Halbuki otomasyon toplumunun belkemiğini oluşturacak yaratıcılığın ön koşulu özgürlük ise, bu kavramın adalet kavramları içinde kalmasını ve toplumsal barışın oluşmasını sağlamanın koşulu da eşitlik olmak zorunda. Marx’ın saptadığı durumda, toplumsal tıkanıklığı oluşturan sınıf üretkenlikten uzak görüldüğü için ortadan kalkması bir sorun
oluşturmuyordu. Bu şekilde sınıfsız ve eşitlikçi bir toplum doğacaktı. Ahlak ile rasyonel çözüm, yani eşitlik ilkesi ile üretken toplum iyi bir tesadüf sonucu çakışıyordu. İçinde olduğumuz durum böyle bir kolaylık içermiyor. Üretim açısından özgür bir ortamın ve yaratıcı sınıfın varlığı şart; ancak eşitlik açısından diğerlerinin yaratıcı sınıf ile beraber yaşamaları siyasal zorluklarla dolu. Emeğin İş(lev)sizliği, gelecek tasarımımızı sorgulamaya davet ediyor.