her yer anlamın gömüldüğü çukurlardan ibaret. nereye ruhumuzu bassak, aklımızın çığlığı kulaklarımızı sağırlaştırıyor. tüm sesler yankısız mezarlara dönüşüyor. annemin de bir sesi vardı elbet, duysaydım, duymayı bilince taşısaydım, ayırt edebilir miydim bu kaosta? öyle ya babamın sesini unuttum, kardeşiminkini de. sorsalar tarif edemem. sorsalar dilim tutulur. sorsalar gözlerimde dünya söner, karanlığa kaçar. sahi nedir ki ses sahibinden yoksunsa? sahi nedendir her şeyin yokluğa karışması? hele sevdiklerinizin sesinin bile yaşamasızlığa mahkûm edilişi… teknoloji çağından mahrumken doğmak, ölmek ne garip değil mi?
gördüğüm dünya yoktu aslında, ben yoktum, sen yoktun, o yoktu, şu da elbet. tüm işaret zamirleri kendilerindeki bir yarayı temizlemekle meşguldüler. öteki'nin mezarına çiçek serpebilecek bir iyilik'ten, güzellik'ten yalıtılmışlardı. beyinleri de kalpleri de ateşte kavrulmuş, çöl kumu gibiydi.
böyle bir görmek, görmek midir ki? böyle bir ilerleme, ilerleme midir ki? dönüşün imkânsızlığı bu işte, hangi döngünün nerede kırılmaya uğradığı da öyle, bu işte: hiçbir şey dolduramıyor varlığın göçüğünü. şeklen insanken değilleniyorsun…