İnsanlar doğar yaşar ve ölür, Ruhu ise ölümsüzdür.
Devletler de insanlar gibi doğar, yaşar ve ölürler.
Devletin ruhu Töre’dir.
Töre varsa devlet ölümsüzdür.
Töre var olacak ki Türk Devleti ilelebet yaşayacak.
Bu kitap, bir mecburiyetin, davama ve milletime karşı hissettiğim mensubiyetimin eseridir. Burada bir serzeniş yoktur. Ülkücülüğün, günlük hayat içerisinde karşımıza çıkan olgulara ve mevcut sisteme dair bakış açısı vardır.
Kurtuluş Savaşı’nda, cephede şehit düşen askerimizin, ölmeden önce son kez ateşlediği kovanın; silah arkadaşları tarafından bulunup bağımsızlığın kutlanacağı o şanlı günde, 101. top mermisi olarak, yeniden topun namlusuna sürülmesi gibidir bizim umudumuz... Biz olmasak da ruhumuz bekler şiarında, bu umudu diri tutmaktayız.
Bu dediklerimiz, elbette bir kitapla başarılamayacak kadar büyüktür... Duvarda bir tuğla mahiyetinde düşünülmüş bir eseri, eminim zaman içerisinde, gelecek nesiller daha derinlemesine çalışıp daha derin analizlerle yayınlayacaktır.
Gelecek nesillerin, siyasi kaygılarla değil, Ülkücü Bakışı, hayatının her alanında yorumlaması için bu kitabı yazdım... Kitabımda sizi Ülkücü olmaya değil, Ülkücüyü tanımaya davet ediyorum.
Unutmayalım ki Ülkücülük, bin yılın öncesinden gelmektedir... “Ülkücülük” denen bin yıllık yol, son yarım asırda, Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında yaşayan Ülkü Ocakları’na mensup dava insanları tarafından izlenmiştir. Ülkücülük, yer yer fetret devirlerinden geçse de esasını, her daim korumuş; bin yıl boyunca, günlük hayatın bir parçası olmayı başarmıştır.
Doktrinle toplumsal sorunlara göre zaman içerisinde güncellenir, güncellenmeyen doktrinler ise yok olur. Ülkücü doktrinde, elbette bu büyük mazide farklı isimlerle farklı birlikteliklerde güncellenmiştir. Elimizdeki son doktrin ise Cumhuriyet sistemine göre ve Türk tarihinin en tehlikeli zamanlarındaki problemlere göre kaleme alınmıştır. Doktrinler değişse de değişmeyen tek şey, Ülkücü fıtrattır. İşte o fıtratın ana kaidelerini size sunmak istedim. Bu tanım dahilinde, “İnsan olmak, Türk olmak, Müslüman olmak, Devlet olmak” diyebileceğimiz temel konular üzerinden; bu fıtratı tarif ettim.
O bizi insan olarak yarattı, ilk önce insan nazarıyla bakmayı bilmeliyiz... Doğduğumuz günden, kaderimiz olan Türklüğümüz ile tanıştığımız güne kadar; insanlığımızı kaybetmeden yaşamalıyız. İnsanlığımızı kaybedersek temeli olmayan bir binayı dikmeye çalışırız ki bu mümkün değildir.
İşte tam bu noktada, bunları neyin merkezinde birleştirdik ve neye göre hayatımıza tatbik ettik bunları ayrıntılarıyla ortaya koymak lazım. Biz Türk Milleti olarak, son bin yılda bir düzen kurduk ve buna Türk-İslam davası dedik. Hayatın her alanında, hukuktan mimariye, bir medeniyet inşa ettik bu bileşkede. Zaman içerisinde bu birliktelik, bizim en büyük toplumsal zaferimiz haline geldi.
Zafere giden yolda, bizi birbirimize bağlayan, Türk milletinin töresidir. İşte bu sebepten “TÖRE” ismini verdiğim kitabımı sunmaktan şeref duyarım.
Ülkücülük, insan olmanın, Türklüğünü kaybetmemenin, Müslümanca yaşamanın; sonuçta millet olup devlet kurmanın Töresidir.
Aydoğan Aydın paşaya rahmet olsun… Yarbay Ali Tatar’a rahmet olsun… Fırat Yılmaz Çakıroğlu’na rahmet olsun… Nice Mehmetlerimize rahmet olsun.
Başbuğun tüm evlatlarına, Ülkücü şehitlerimize rahmet olsun... Başbuğumun ruhu şad olsun.
“Nasıl ki gidilemeyen yer sizin değildir, söylenmeyen doğru da sizin değildir” diyerek canını ortaya koyan, isimsiz kahramanlarımıza rahmet olsun.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e rahmet olsun.
Kıymetli Ülkücü kardeşim, ya doğruyu söyleyeceğiz ya da yok olacağız. İyilikler, yanlışı tespit etmek için eleştiri yapabilen milletlerin hakkıdır. Allah bizi doğru yoldan, doğru olanlardan ve doğruyu söyleyen olmaktan ayırmasın.