Dillerin çeşitli özelliklerini inceleyen ve karşılaştıran dilbilimciler, bütün dünya dillerini farklı ailelerin altında toplamışlardır. Bir dil ailesinin geçmişteki tek bir dilin parçalanmasıyla oluştuğu düşünülür. Kökteki bu dile ön dil denir. Dilin ağızlara ve lehçelere ayrılması doğal bir süreçtir ve dünyanın her yerinde görülür. Finlandiya-Macaristan-Türkiye çizgisinden başlayarak Japonya’ya kadar uzanan bölgede, Asya ve Avrupa’nın kuzey yarısında dilleri eklemeli olan ve pek çok dilbilgisi özelliğini paylaşan halklar yaşamaktadır. Irk bakımından doğudan batıya büyük farklılıklar taşıyan bu halkları, bilimsel bir sınıflamada bir araya getiren şey, dillerinin özelliğidir. Ural ve Altay dilleri sadece ve basitçe eklemeli sınıfa girdikleri için bir araya gelmezler, bu ekleri kullanma yöntemleri ile dünyanın geri kalanından ayrılırlar ve kendi içlerinde birleşirler. Ural-Altay dillerini konuşan insanlar, Baltık kıyılarındaki Fin ve Eston gibi insanlığın en “beyaz” kısmından Japonya’daki gibi en “sarı” kısmına kadar değişkenlik gösteriyor. Bugün dil araştırmalarının hâlâ hararetle tartışılan konularından biri de bahse konu geniş coğrafyaya yayılan insanların konuştukları dillerin hangi ailenin altında sınıflandırılacağıdır. Osman Karatay, Ural-Altay Kuramı kitabında literatürdeki tartışmaları tek tek ele alarak Ural-Altay olgusunu mayalayıcı küçük bir topluluğun veya onun dilsel etkisinin geniş alanlardaki başka halklara yayılması, oralarda kendi dil mantığını ve bir kısım kelime hazinesini yerleştirmesi, buna karşılık bu dönüşüm sürecinde yerli nüfusun dilinden hatırı sayılır bir kelime tabakasını koruyarak yepyeni diller oluşturması şeklinde açıklıyor. Ural-Altay kuramını “yokluğu ispatlanamamış” bir olgu şeklinde tanımlayan Osman Karatay, dilin genetiği düşüncesinden hareketle Asya kıtasının en doğusundan Avrupa’nın kuzey kıyılarına kadar yayılan farklı dilleri sadece kelime ortaklıkları üzerinden değil, biçim özellikleri bakımından da değerlendiriyor.