Onu öpmenin nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum, sadece hayal etmeye çalışıyordum, ama bu asla yetmiyordu; gerçekliğinden emin olmadığınız, deneyimleyemediğiniz bir şeyin hayalinden de emin olamıyorsunuz. O ıslak et parçasını kendi ıslak dudaklarımın arasına almak, kendi ıslaklığıma rağmen onunkinin farkına varmak, tadını alabilmek için daha çok beklemem gerekiyordu. Uzun süre bekledim, çünkü sevmeyi bilmiyordum; babam bana hayatla ilgili her şeyi öğretmişti, vefalı bir evlat, iyi bir öğrenci, iş bilir bir tezgâhtar, iyi bir usta yamağı olmayı ve daha birçok şeyi öğretmiş, ama bir tek şeyi, yaşamımın geri kalanında en çok ihtiyacım olacak şeyi, sevmeyi öğretmemişti, çünkü o da bilmiyordu; eşini, çocuklarını, yakınlarını, arkadaşlarını her zaman çok sevdi, ama elinin tersiyle, kanının sıcaklığını hissettiremeden, uzaktan sevdi; avuç içiyle sarıp sarmalamayı, kendi sıcaklığını bir başkasına aktarmayı, sevgisini göstermeyi bilmiyordu, çünkü babası da ona öğretmemişti, o da bilmiyordu; sahip olduğumuz tüm sevgi kırıntıları bize kadınlardan miras kalmıştı, onlarda bu konuda oldukça cimriydi.
-"Usta ile Cemile"den-
Yerinden doğrularak evrak dolabının yanında asılı duran ortadan çatlamış, yüzünü tıpkı bir yapbozun parçaları gibi, bölümlere ayrılmış, birbirinden bağımsız parçacıklar halinde gösteren aynanın yanına gitti, ağzını iyice açarak içindeki düşmanı görmeye çalıştı, belli belirsiz görebiliyordu, üzerindeki gri lekeyle birlikte iyice gözlemledikten sonra, yaşamasına izin verdiği, doktoru dinlemediği, o gün dişçi koltuğuna uzanmışken ondan kurtulmadığı için kendinden nefret ediyordu; önemli olan acıdan kurtulmak değildi, midesini bulandıran böyle bir durum karşısında takındığı tutum, bile bile kendisini acıya mahkûm etmesi, kurtulabileceği halde bilinçli bir şekilde köleliği seçmiş olmasıydı.
-"Çürük Diş"ten-