“Gerçekten de anlıyordu Musa... Erzurumlu Teyze; ‘Kaçmakla kaçılmaz’ deyince onu anlıyordu, Beyabi, ‘Bal gibi kaçtın işte’ deyince de onu anlıyordu... ‘Sen aslında kaçmamışsın,’ dedikleri zaman, her ikisini de anlıyordu... Erzurumlu’dan yağmur’un güzelliğini dinleyip anlıyor, ardından da, Misafir’den tam tersini dinleyip, onu anlıyordu... Anlayamadığı tek şey, nasıl olup da birbirine taban tabana zıt fikirleri, sanki kendi doğru bildiği fikirler onlarmış gibi kabul edip anladığıydı... Belki, bu da bir denklemdi... Anladığın şeyi, anladığın kadar anlamamışlığın duruyordu denklik işaretinin öbür tarafında belki... belki?..”
Uzunharmanlar mahallesinde bir bekâr evi kiralayan Musa daha ilk geceden dehşete düşer. Gaipten sesler gelmekte, odalar kendiliğinden aydınlanıp kararmaktadır. Burası bir perili evdir galiba! Ancak... Eğer hakikaten perili evse, mutlaka iyilik perilerinin merkezidir. Çünkü gaipten yalnızca ses değil; çörek, börek, turşu, çay, temiz çamaşır, hatta tamirci bile gelmektedir. Ne yapacağını bilemeyen Musa, bir yandan olan biteni anlamaya çalışırken öbür yandan mahalle halkıyla tanışır. Üç kuşaktan doğma büyüme Ankaralı “Erzurumlu Teyze” ve kahverengi horozu Rıza, ürkütücü ev sahibi Beyabi, komşunun koca bekleyen kızı Aylin, “baba adam” Kaportacı Kirkor, 7x24 burun karıştırma kapasitesine sahip küçük Kemal, adı var kendi yok gizemli kadın Aspendos... Derken ortaya bir gizemli kadın daha çıkar ve Musa’nın kafası büsbütün karışır... Yer yer komik, baştan sona eğlendirici bir roman.