İnsanın (ilelebet) yaşama arzusu kelimenin tam anlamıyla kadimdir, yani öncesiz, ezelî. İlk insan, Hz. Âdem sonsuza kadar yaşamak, ebedî kalıcılardan olmak istediği ve dahi olmaya yeltendiği için cennetten çıkarılmamış mıdır? “Şeytan” insanın diğer canlılarla paylaştığı bu en kadim, en asli arzuyu, yaşamı sürdürme arzusunu kullanarak onu ayartmamış mıdır? Kanaatimizce insanın bu yöndeki arzu ve çabası onun bedensel ve zihinsel tüm yapıp etmelerinin ardındaki temel “güdü”, temel saiktir, birincildir. Ve bu arzu insanlık tarihi boyunca -doğrudan ya da dolaylı olarak- çeşitli şekillerde ifade edilmiştir. Ancak bu arzuyu kavramsallaştırmaya, onu düşüncenin konusu yapıp ardındaki ontolojik ilkeyi açık kılmaya yönelik ilk sistematik, felsefi çaba Stoacı filozoflara atfedilebilir. Stoacılar bu son derece aşikâr arzuyu “oikeiosis” terimi ile kavramsallaştırmışlar ve sadece etik anlayışlarını değil, topyekûn felsefelerini –Hazcı/Epikürosçu okul ile keskin bir karşıtlık içinde– bu kavram üzerine inşa etmişlerdir. Bu kitapta, Stoacı “Oikeiosis Öğretisi” tarihsel bir çözümlemeye tabi tutularak modern ve çağdaş felsefede aldığı çeşitli biçimler üzerinde durulmuştur. Daha önemlisi, kökleri Stoacılar ile Epikürosçular arasındaki karşıtlığa dayanan, canlıların davranışlarına temel oluşturan birincil içgüdünün ne olduğuna dair tartışmanın 20. yüzyılın en önemli psikoloji ekollerinden biri olan psikanalizde de son derece merkezî bir yer işgal ettiği gösterilmiş, Freud’un bu tartışmada “hazcı” bir tutum benimsediği savunulmuştur.