Güneş kurumadan ben de kurumam, bilesiniz!”
Panayır (1960) ile başlayan edebiyat yolculuğunda yarım yüzyılı geride bırakan, 1950 kuşağının en önemli kalemlerinden Adnan Özyalçıner, yeni öykülerini bir araya getiren Yağmurda ile insanın serüvenine buruk ama umutlu bir çentik daha atıyor. Yalnız bir çocuğun penceresinden kanatlanan düşüncelerle “karanlığı elemekten” yorulanların dünyasına bakan Özyalçıner, telaşlı sokaklardan ıssız kumsallara, kalabalık üstgeçitlerden bir başına kuruyup kalan köylere, kentlerden kırlara, günden geceye uzanıyor: Karanlığın koyusundan aydınlığın müjdesini derleyen bir ustadan edebiyatımıza yepyeni bir armağan...
Şimdi bu karanlık çukurdaydı işte. Her sabah güneş doğmadan geliyordu annesi. Oğlunu elinden tutup parka götürdüğü günlerdeki gibi giyimi kuşamı yerinde bir anne olarak. Kadın, güneş ilk ışıklarını gönderdiğinde okşarcasına eşeliyordu toprağı. Güneşin aydınlığını oğlunun yattığı karanlık çukura iletmek istercesine. Toprağını öperek.