Tarih öncesi, özellikle de Tarım Devriminin ortaya çıkıp olgunlaştığı “Neolitik Dönem”, okumaya meraklı kitlenin ilgisini çekmesine karşın daha ziyade akademik metinlerde işlenen bir konu olmaya devam ediyor. Oysa çok teknik olabilen bilimsel çalışmaların anlaşılır kılınarak konuya dair bilgilerin geniş kitlelere ulaştırılmasında sonsuz yarar var. Zira türümüzün nereden nereye geldiğini, niçin/nasıl ve hangi koşullarda besin üretmeye başladığını, Neolitik Devrimin “çekirdek bölge” Bereketli Hilal’den çevreye nasıl yayıldığını, ilk evlerin görünümlerini ve büyüklüklerini, dini/siyasal kurumların ortaya çıkış koşullarını, ilk yerleşimlerin nasıl büyüdüğünü, tabakalı toplumlara niçin ve ne zaman geçildiğini, toplumsal hiyerarşinin kaçınılmaz olup olmadığını istisnasız hepimiz merak ediyoruz.
Neolitik, İnsanlık Tarihi’nin en kritik dönemeci. Avcı-toplayıcılıktan çiftçi-çobanlığa geçiş, yaşadığımız dünyayı ortaya çıkaran unsurların en önemlisi. Ama bu vites değişikliğinin bizi daha mutlu bir türe dönüştürdüğünü söylemek zor. Çiftçilerin avcılara nazaran çok daha sağlıksız ve mutsuz olduklarını ifade eden hayli geniş bir literatür var. Aslında hayvan ve bitkileri bilinçli bir tercihin ürünü olmaksızın evcilleştiren atalarımız, kendileri de evcilleşmek zorunda kaldılar, belli bir mekâna hapsoldular ve uzun vadede envaiçeşit hastalığı yaşadıkları yerleşimlere çektiler. Hastalıklar kadar, yoğun nüfus artışlarının, eşitsizliğin (toplumsal hiyerarşinin), kent/uygarlık/devletin ve savaşın kökenleri de Neolitiğe uzanıyor. Alan H. Simmons’ın isabetle belirttiği üzere, türümüz Neolitik Devrimi yaşamamış olsaydı bu tip kitapları yazamayacak, böylesi bir çabaya ihtiyaç duymayacaktık. Ama herhalde Sapiens’in başka bir yol izleme şansı da yoktu ki besin üretimi dünya yüzeyinde birbirinden bağımsız 8-10 merkezde birden doğdu. Yakın Doğu olmasaydı Çin’de, Çin olmasaydı Meksika’da besin üretimi icat edilecekti (edildi). Öyleyse, bugünü sevenler için “Yaşasın”, eşitsizliği lanetleyenler için de “Kahrolsun” Neolitik!