"Hakikat olanın kendisidir.” Peki, olanla yansıtılan aynı mıdır? Yansıtılan, gördüklerimiz, okuduklarımız bizi hakikate götürür mü? Yoksa sadece bir yansımayla mı yetinmek zorunda kalırız? Hakikat bir yana, bu yansımaya karşı bile dünyanın her yerinde neden kavga verilir? Neden devletler, iktidarlar ve sermaye, bütün bir gökyüzünün görülmesini istemez; sadece küçük bir pencereden, üstelik onların verdiği gözlüklerle bakılmasını istemeleri nedendir? Peki bu nasıl yapılır, insan, gökyüzünün tamamına değil de o küçük pencereye nasıl ikna edilir? İnsanın o pencereden görecekleri nasıl seçilir, nasıl belirlenir? İnsan, pencereyle yetinip, o pencereden görecekleri de belirlenmişken, bütün bir gökyüzünü, hakikati gördüğüne nasıl olur da inanır, nasıl bunun üzerinden yol alır? O pencereden çok uzun bir zamandır, en baştan bu yana belki, “ötekiler”, ifade şansı bulamayan kesimler gözükmüyor. Aynı gemiyi paylaşan yolculardan bir kısmının hikayesi, asla rotayı belirlemiyor. Bu kitapta yer alan yazılar gökyüzünün nasıl bir çerçeveye mahkum edildiğini, o çerçeveden nelerin görüleceğinin nasıl seçildiğini anlatıyor. Hak odaklı çalışan gazeteciler, hak savunucuları ve akademisyenler farklı konular ve deneyimler üzerinden hakikatin nasıl yansımaya dönüştürüldüğünü anlatıyor. Her biri gökyüzüne bir başka pencere açarak, olanın nasıl farklı biçimlere dönüştürüldüğünü yazıyor. Olanla, yansıtılan arasındaki farkları. Ve yamuk hakikatin, nasıl hakikat olarak algılandığını.