Hepimiz, geçmişimiz ve çocukluk yıllarımızla yüzleşmeyi sevmeyen, hatırlamak istemeyen bir yapının içinde bugünü, yaşamımızı geçmişimiz yokmuş gibi sadece şimdimizin içinde yaşamak isteriz ve de yaşarız. Şimdinin üzerinde anlatırız, konuşuruz, tartışırız. Böyle de yaşar gideriz, sanki tek gerçeğimiz buymuş gibi.
Gerçeği olmayan hikâye yazdığımızdan habersiz anlatır, anlatır, yaşar, yazarız.
İşte kendi kendimize yazdığımız, kökü ve gerçeği olmayan bir hikâyeyi öyle içselleştiririz ki sonunda bizim gerçeğimiz olur. Artık ayrışamayız, ayrışmak imkânsızlaşır. Bu noktadan itibaren doğru olan da öylesine yaşamaktır yazdığımız hikâyeyi; dönüşü yoktur. Son noktadır geldiğimiz.
Yaşamımız, gerçeğimiz bir hikâyedir.