“Yirmibirinci yüzyılda mimarlık alışılmış yollarda ilerlemiyor ve çeşitlilikten doğan yeni dünya düzeni, bizden önce yaşanmış devirlerde olduğu gibi, kimilerinin yücelttiği, kimilerinin yerdiği bir ortamda sürüyor. Bugün üretilen yapı ve projeler ancak geçmişte yaratılmış ve öğrenilmiş bilgilerin geliştirilmesi ve onların üstüne inşa edilmesi ile geçerlilik kazanır ve mimarlık kendi gelişimini sağlayan bu köklerin üzerinde inşa edilir. Eski yapılara olan tutucu bağlılığa karşı, yıllar içinde Ortaçağ mimarlığı yerine Rönesans mimarisine, sonra farklı pek çok mimari akıma bırakmış ve zaman hep birbirinin üstüne kurulmuş yeni mimari gelişmeleri benzer kökleri kullanarak var etmiştir. Bu gelişme sürecinin devamında, neredeyse bir asırdan daha uzun bir süre önce modern mimari doğmuş, sonrasında ve günümüzde bilgisayar kullanımına dayalı yeni yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Geçmişte yaratılmış düşünceler ve eserler ile bugün var olanlar ancak kendi zaman dilimleri içinde değerlendirilince bir kazanımı, bir gelişimi ifade eder. Zamanın bir ölçü, bir gerçeklik olmadığı konusunda bakış açıları ve teoriler vardır, ancak zaman yalnız kendi içinde değişebilen, kişilerin kontrolüne girmeyen, kontrol altına alınamayan tek ve en önemli ölçüdür. Düşüncelerin ve yaratılan mimarlığın veya bir yapının gücü ne kadar eski köklerin üstüne inşa edilmiş olsa da, yalnızca geçmişten gelen bilgilerin kullanılıyor olması yeterli değildir.
Her çalışmanın gücü kesinlikle zaman ölçüsü içinde ayakta kalıp aynı zamanda değerinden kaybetmeme becerisi ile ölçülebilir. Dolayısı ile mimarlık işleri, yani yapılar, projeler, tasarımlar veya mimarlık düşünceleri ancak ileri yıllarda zamana direnebilmiş, geçmiş ile düşünce ve fikir bağını koparmamış ve günlük modaya kapılmamış ise kıymetli olacaktır. Mimarlık, zaman ile ilişkili olarak birbirini tamamlayan fiziki dayanıklılık ve düşünce dayanıklılığı ile ayakta kalır…”