“Ben Zülkarneyn-i Ahir.. Ya da kalyoncuların taktığı isimle kısaca “Zahir”! Omurgam ve güvertelerim sedir ağacından. Tahtalarımı birbirlerine tutturan çiviler de ağaçtan… Dümenim ve de beni denizler üzerinde uçuran yelkenlerin bağlandığı serenler de ağaçtan. Ben birazcık kuşlar gibiyim ve de envai türlü hayvanı içinde besleyen bir orman gibi.
Mesela dümenimi ardıç ağacından yaptılar ki en çok ardıç kuşları severdi o ağacı. Her bir parçamın ayrı bir hikâyesi ama her bir parçamın tek bir gökyüzü vardı. Şimdi ben o gökyüzünün altında ve gökyüzü kadar büyük mavi ummanların üstünde, siz insanların yelken dedikleri kanatlarımla süzülmekteyim.
Ormanda yüzlerce ayrı ağaç iken kuşların cıvıltısını, sincapların koşturmacasını, av olacakların korkusunu, avcıların telaşını, yağmurun sesini dinlerdik. Bizleri kesip yonttunuz, birleştirip yekvücut ettiniz. Adıma Zülkarneyn-i Ahir deyip, ummanların üstünde yeni bir âlemin kapılarını aralamak için üstüme bindiniz.
Sizler farkında olmasanız bile ben de sizin kadar canlıyım. Ben Zahir olduktan sonra olanları bilmek isterseniz, önce beni dinleyeceksiniz! Savaşta yaralı kurtlara dönüşen kalyoncular, Kaptan Babamız Pala yunus, Delice Reis, Dânyal, Mansur, Tophaneli Deli Burhan, Suskun Kenan, Bedrettin Baba, Estegor, Komilyos ve daha niceleri… Hepsi ama hepsi ayrı bir masal, ayrı bir dünya...
Haritalarda olmayan ıssız adadaki o kızıl kulenin sırrını, kanatlı adamları, aynalı odaları, sisin içinden gelen denizkızını…
Vira Bismillah !!!