Kokain baronu Pablo Escobar’ın uyuşturucu örgütü, beş yıl içinde on binlerce insanın öldürülmesinden sorumluydu. Bunlar arasında polisler, yargıçlar, gazeteci ve politikacılar, bakanlar, hatta devlet başkanı adayları vardı. Kolombiya’yı yıllarca haraca kesen Escobar çetesi, 1990’da hükümetle pazarlık gücünü artırabilmek için 9 kişiyi kaçırdı. Marquez işte bu kaçırılma olayını, iyi bir gazeteci ve büyük bir yazar olarak kitaplaştırdığında, ortaya bir García Marquez klasiği çıktı.
Maruja gözlerini açtı, “Tanrı bize, katlanabileceğimiz şeyleri vermesin,” diyen eski bir İspanyol atasözünü hatırlamıştı. Kaçırılmalarının üzerinden on gün geçmişti; Beatriz de kendisi de, ilk gece akıl almaz gibi görünen günlük yaşantılarına alışmaya başlıyorlardı. Kendilerini kaçıranlar, bunun askerî bir operasyon olduğunu sık sık yineliyorlardı, ama rehinelik kuralları hapishane kurallarından beterdi. Yalnızca acil durumlarda ve hep fısıltıyla konuşabilirlerdi. Birlikte yattıkları şilteden kalkamazlardı; ihtiyaçları olan her şeyi, uyuyor olsalar bile onları gözden kaybetmeyen o iki muhafızdan istemeleri gerekiyordu: oturma izni, bacaklarını uzatma izni, Marina’yla konuşma izni, sigara içme izni. Maruja, öksürüğünün sesini bastırmak için ağzını yastıkla tıkamak zorunda kalıyordu.