Fütuhât-ı Mekkiyye, bilim, sanat, düşünce, kısaca insanın salt gerçeğe ulaşmadaki zihinsel ve pratik eylem ve ürünlerinin kendini gösterdiği alanların, varlığın birliği (vahdeti vücud) ilkesi perspektifiyle yeniden yorumlanması ve kurulması, bir anlamda bilimlerin canlandırılması teşebbüsüdür. İbn Arabî'yi bütün tarihimizin en özgün müellifi, eserini ise derleme ve aktarım değil, özgün bir kitap yapan şey, onun söz konusu birikimi bir ana fikir etrafında yorumlama yeteneği ve başarısıdır. Bu çabanın merkezine insanın yerleştirilmesi ise, kitabı insanın ontolojik-epistemolojik serüvenini anlatan bir esere dönüştürür. Bu anlamda Fütuhât-ı Mekkiyye, inişli ve çıkışlı süreçlerinde insan hikayesini ve serüvenini anlatan bir eser diye yorumlanabilir.
Çağını ve sonrasını tüm düşünsel-inançsal farklılıklarıyla kuşatabilecek büyük ve engin bir teoriyi coşku dolu üslubuyla sunan İbn Arabî'nin Türk okurlarına da en geniş ve evrensel düzeyde hitap edip zenginlikler katacağı inancıyla bu büyük proje hayata geçirilmektedir.
İbn Arabî'nin tam adı, Ebû Bekir Muhammed b. Ali'dir. Lakabı Mürsiye'li Muhyiddin İbn Arabî el-Hatemî es-sufî el-fâkih ez-Zâhirîdir. İbn Arabî adıyla tanınmıştır: Endülüs'ün (İspanya) güney doğusundaki Mürsiye şehrinde 1165 senesinde doğdu. Endülüs'ün tanınmış ve bazı üyelerinin sûfî olduğu soylu bir aileye mensuptu. İlk dînî tahsilini, önce Lizbon'da, ardından Endülüs'teki en büyük tasavvuf merkezlerinden İşbiliyye'de tamamladı. Burada yaklaşık otuz sene kalmış ve tasavvuf yoluna yönelmesinde azımsanmayacak tesiri olan İşbiliyye pirlerinden ders okudu. İbn Arabî, ömrünün bu uzun döneminde İşbiliyye'yi yurt edinmiş olsa da bazen, bilginleri ziyaret etmek, dolaşmak ve gezmek için Endülüs'ün diğer şehirlerine yolculuklar yapar, sonra tekrar şehrine dönerdi. Genç yaşında Kurtuba'ya gitmiş, orada bu esnada şehrin kadısı olan filozof İbn Rüşd ile karşılaşmıştır. 1201 senesinde Endülüs'ten ayrılmış, hac görevini ifa etmek için Doğu'ya gitmiş, bir daha da geri dönmemiştir. Mısır'a gitmiş, fakat Mısırlıların gelişinden hoşnut olmayışı nedeniyle burada uzun süre kalamamıştır. Mısır'dan ayrılınca, Kudüs, Mekke, Hicaz ve Bağdat; Malatya ve Konya gibi Anadolu'nun bazı şehirleri başta olmak üzere Doğu'nun çeşitli şehirlerini dolaşmıştır. Sonra, vefat edinceye kadar yaşadığı Şam'a yerleşmiş, 1240 yılında, Kasım ayının onaltısı cuma günü vefat etmiş, Kasiyun dağına defnedilmiştir.