Kendimi ölüme alıştırıyorum, demişti. Ne demek istiyor? diye düşündüm. Deli mi yoksa! Daha yaşı kaç ama diğer yandan da düşüncesini pek garipsememiştim. Ben sanki ölme isteğini az mı hissetmiştim? İnsanların beni bunalttığı anlarda, her şeyin gri gözüktüğü anlarda, ölme isteği değildi de yaşama isteğimin kalmadığını hissetmiştim. Coşkum sıfırdı çünkü insanlara güvenim sıfırdı. Hiçbir şeyin gösterilen çabaya, verilen emeğe değmediğini düşünmüştüm. Hiçbir şeye başlamak istememişti canım, büyük bir bezginlik ve hatta müthiş bir fiziksel yorgunluk hissetmiştim. Yatağımdan kalkmaya beni zorlayan bir şey yoktu, kendi inadım dışında…
Onun söz ettiği bu tür bir duygu muydu? Belki. Doğrusu, onda da böyle bir isteksizlik okunuyordu ama yine de farklı olan bir şey vardı ve bu ağır basıyordu. Sanki sıkıntılı değildi, sanki yaşama kızgın değildi, sanki uzun süre yaşamış ve sayılı günü kalmış yaşlı bir kişinin havasını taşıyordu. Peki, dedim o kapıdan çıkarken, seni arayacağım ve seni incitmeyeceğim bir daha. Ben zaten seni tanımak, yani daha iyi tanımak istemiştim. O zaman da ve hâlâ istiyorum fakat o zaman kafam çok karışıktı…
Önemli değil, dedi. Sonra, Kendine iyi bak, dedi ve merdivenlerin altında gözden kayboldu.