Bu kitap, kendiliğinden gelişen yarı etnografik bir araştırmanın ürünü. Hrant Dink’in İki Yakın Halk, İki Uzak Komşu kitabını Erivan’a gitmeden kısa bir süre önce okumuştum; öldürülmesinden sonra yayımlanan, Türkiye-Ermenistan ve Türk-Ermeni ilişkilerini konu eden kitabı. Gerçekten de iki halk bu kadar yakın, bu kadar benzer, bu kadar tanıdık ama bu kadar birbirinden habersiz olabilir. Sokaklarda, metroda, otobüste, dolmuşlarda ... bakıyorum insanların yüzlerine, duruşlarına; bütün ifadelere, bakışlara, el kol hareketlerine, konuşmalarındaki vurguya, çocukların ağlamasındaki melodiye, hepsine aşinayım. Bu çalışmanın kendiliğinden atılan ilk tohumları, sanıyorum bu benzerlikleri şaşırarak gözlemlemem oldu. “Ne kadar da benzermişiz birbirimize” dedirten bu ilk izlenimler, bir süre sonra, araştırmam rayına oturdukça beni “barış ve dostluk” kavramları etrafında düşündürmeye başladı. Barış ve dostluk için benzeşmek mi gerek?
Normalleşme, gerçek çözümün ta kendisi. Sonuçta geleceği belirleyecek olan da bu iki halkın sokak alışverişlerinde, kahve sohbetlerinde başlayacak diyaloğudur… Aslolan, her iki ülke arasında resmi diplomatik ilişkinin kurulması, sınırların açılması, diğer yandan da sivil kesimde diyalog ve ilişkinin gelişmesidir. Bu açıdan, Türk ve Ermeni aydınlarına, sivil toplum örgütlerine büyük görev düşüyor.