Bugün kendimiz ve yakın çevremiz hakkındaki kavrayışlarımızın çerçevesini çizen şey yazılı ve görsel medyadaki reklam imgeleridir. Bu imgeler bize ne tür bedenlere sahip olmamız, ne tür bedenleri arzulamamız gerektiğini bildiriyor; benlik duygumuzu, inanç sistemlerimizi, bireyselliğimizi ve toplumsal varlıklar olarak statümüzü etkiliyor. Reklam mutluluk vaat eder; bunu yaparken de geçmişimizden ve bugünümüzden hoşnutsuz kalmamızı sağlamaya, yapmayı düşünmediğimiz bir şeyi yaptırmaya çalışır. İmgeler ise bize asıl dünyayı değil, dünyalardan bir dünyayı, temsillerin, yani yeniden-sunumun imgelerini gösterir. İmgelerin temsil ettiği kuruntu, arzu, rüya ve fantezi ise belli bir sosyo-kültürel ortamda belli bir işlev görmesi için inşa edilen şeylerdir.
Richard Leppert, Sanatta Anlamın Görüntüsü’nde Batı Avrupa ve Amerika resim sanatını ele alıyor. İmgelerin “görüntü”sü ile bunların toplumsal ve kültürel olarak nasıl kullanıldıkları arasındaki karmaşık ilişkiyi inceliyor; ve her imgenin anlamının, büyük ölçüde, zamanla değişen işlevince belirlendiğini göstererek, özellikle toplumsal cinsiyet, sınıf ve ırkla tanımlanan toplumsal farklılıkların yansıtılmasında görsel kültürün bir aracı olarak kullanılma biçimlerine dikkat çekiyor.
Leppert, Birinci Kısım’da, temsilin doğası ve görevini işleyerek anlamın imgelere nasıl eklemlendiğini ve görselliğin modernliğin tarihinde ne gibi roller oynadığını tartışıyor. Burada imgelerin arzuyu tetiklemek suretiyle bizi nasıl bakmaya zorladığını açıklıyor ve ister resim isterse de reklamcılıkta olsun temsilin kandırma işlevinin tarihi üzerinde duruyor. İkinci Kısım’da sanatın maddi dünyayla ilişkisini, imgelerin bizim nesnelerle kurduğumuz çeşitli fiziksel ve ruhsal bağları belirleme biçimleri irdeleniyor. Üçüncü Kısım insan bedeninin temsiline ayrılıyor: Neşeli veya çok güzel veya azmanca, mütevazı veya tahrik edici, güçlü veya zayıf, hayatın baharında veya teşrih masasında, giyinik veya soyunuk halde...
Sanatta Anlamın Görüntüsü farklı bir sanat okuması öneriyor: İktidarların av-hayvanı resmi tutkusuna, avlanan hayvanlarla kafeslenen kadınların imgesel çakışmalarına, Bacon’ın “insan çığlığının resmi”ne, kültürü biçimlendiren başlıca araçlardan biri olarak portrelere, resimlere yansıyan ciddiyete ve yansıtılmayan kahkahaya, yerleşik iktidara başkaldırmayı tetikleyebileceği endişesiyle asla toplu halde resmedilmeyen emekçilere yeniden bakıyor. Sanatta anlamın, fantezinin, emeğin, protestonun, hoşnutsuzluğun, çılgınlığın, kandırmanın, erotizmin, ırkçılığın, toplumsal cinsiyetçiliğin ve ayrımcılığın izini sürerken “farklı bir sanat okuması”nın mümkün olduğunu da gösteriyor bu kitap bize.